MUTLU PRENS
Kasabanın birinde insanlarca çok saygı gören, varlığından mutluluk duyulan ve var olduğu dönemde de çok mutlu bilinen bir prensin heykeli vardır. Bu heykel yaşamında yokluk yüzü görmemiş, dertsiz tasasız bir hayat süren bir prensin yontusudur. Günün birinde bir kırlangıç arkadaşları göç etmek üzereyken, kendisi bu heykelin üstüne konar. Ve heykelle konuşmaya başlarlar. Heykel yüksekçe bir yerde olduğu için tüm şehri görür. O yüzden yontu uzaklarda bir yerde bir terzi gördüğünü yoksulluk içinde olduğunu bu yüzden göz yerine geçen yakutu gidip oraya bırakmasını ister kırlangıçtan. Kırlangıç başta gitmek istediğini söyler ancak onun için bir gün kalabileceğini söyler. Derken ikinci gün yontu bir başka yoksula diğer yakutu vermesini ister, derken kırlangıç göç etmemiş ve yontu üzerindeki tüm altın kaplamayı yoksullara dağıtmıştır. Bu arada kırlangıç soğuğa dayanamaz ve ölür. Heykelin bu halini gören halk da onu yıkar, belediye başkanı kendi heykelini diktirmek ister. heykel yıkılır, madeni eritilir ama onun kurşun yüreği bir türlü eritilemez. O yüzden çöpe atılır. Tanrı meleklere bu şehirdeki en iyi iki şey getirin der. O iki şey ölü kırlangıç ve kurşun yüreklidir.
BÜLBÜL-GÜL
Genç öğrencinin biri sevdiği kızla baloda dans edebilmek için al bir güle ihtiyaç duyar. Çünkü kız ondan böyle bir şey istemiştir. Ama çocuğun bahçesinde al gül yoktur, diğer renkte güller vardır. Çocuk çaresizlik içerisinde ağlamaktadır. Bülbül onun ağlayışlarını duyar. Kelebek, meşe, kertenkele hepsinin ilgisini çekmiştir. Bülbül ise ondan çok etkilenmiş, yaşadığının gerçek aşk olduğunu ve bunun her şeye değeceğini düşünmüştür. Çocuk filozof gibidir her şeyi bilir, okumuştur. Ama bu sefer mantığı bırakmış aşka sarılmıştır. Ama acı çekmektedir. Bunun üzerine bülbül bütün bahçeyi arar, al bir gül bulmaya çalışır ama bulamaz. Sürgün bir fidanla konuşur. Sürgün ona eğer ki göğsünü dikenlere dayar ve kanınla gülü bitirip bir de şakırsan al gül çıkartacağını söyler. Başta bülbül yaşamın daha değerli olduğunu düşünür ama sonra aşkın her şeyden üstün olduğuna karar verir. Gece sürgüne gider göğsünü dikene dayar, kanıyla al bir gül çıkmıştır ama kendisi de ölüdür. Sabah olunca öğrenci al gülü alır, sevgilisine koşa koşa gider. Ancak kız oralı olmaz. Çok zengin ve varlıklı birinin geleceğini, onunla dans edeceğini ve ayrıca o adamın çok daha varlıklı olduğunu söyler. Bunun üzerine genç adam eski filozofi hayatına devam eder. Ve aşkın mantıksız olduğunu düşünür.
BENCİL DEV
Devin biri günün birinde bir arkadaşını ziyarete gider, bu ziyaret 7 yıl sürer. Bu devin geride bıraktığı çok güzel bir bahçesi vardır. Devin yokluğunda bu bahçeye çocuklar hep oyun oynamak için gelir. Dev gelip bahçede çocukların oyun oynadığını görünce çok sinirlenir, çocukları korkutur. Çocuklar kaçarlar. Dev de bir duvar örer. Çocuklar da artık hep duvarın dışında oyunlar oynar. Kış mevsimi gelip geçer. Ama devin bahçesi yine kış kalır. Kar ve dolu orayı terk etmez, üstelik rüzgârı çağırırlar. Çünkü çocuklar yoktur. Otlar bile dev çocuklara orada oyun oynamalarına izin vermediği için çıkmaz istemez. Dev ise bu duruma şaşırır. Günün birinde dev sabah kalkar ve bakar ki bahar bütün bahçesine gelmiştir. Çünkü çocuklar duvarın deliklerinden içeri gelmiş. Bu gelmeyle beraber kuşlar gelip orada ötüşmeye, ağaçlar yeşermeye ve kar-dolu orayı terk etmeye başlamıştır. Bunun üzerine dev orada bulunan bir çocuğu öperek ağaca çıkarır. Bencil olduğunu düşünür ve bundan böyle çocuklara izin verir. Kendisinin ağaca çıkarıp öptüğü çocuğu sorunca da kimse öyle birinin varlığından haberdar değildir. Günler geçer ve yine kış gelir. Dev o aradığı çocuğu bahçesinden gümüş ve altınlarla kaplı bir ağacın altında görür. Ona doğru gider ve çocuğun elinde ikişer ve ayaklarında ikişer çivi izi görür. Ve onu kimin bu hale getirdiğini düşünerek çok öfkelenir. Çocuk ona beni ağaca çıkardığın için seni cennetime alıyorum der ve dev orada ölür.
CANDAN DOST
Bir gün su faresi yolundan giderken ördek yavrularını görür, diklenmelerine bakar ve bunlar boğulmayı hak ediyor der, anneleri ise kendilerinin acemi olduklarını zamanla düzeleceklerini söyler. Bunun üzerine Ketenkuşu su faresine candan bir dostun görevleri nelerdir diye bir soru sorar ve bunun üzerine bir hikâye anlatmaya başlar. Anlattığı hikâyede Hans adlı bir çocuğun çok güzel bir bahçesi olduğu söylenir. Bir de zengin bir değirmenci vardır ki her işinde kendi çıkar ve yararını gözettiği halde her zaman kendisinin iyilikseverliğinden bahseder. Karısı da onu överek bu durumu pekiştirirdi. Bu karı koca Hansın bahçesinden diledikleri zaman istedikleri çiçekleri seçip alırlardı. Değirmenci ona can dostum der, değirmenci de her türlü özveriyi yaparak bunu doğrulamaya çalışırdı. Kış vakti olur. Bahçe solar, çiçekler yok olur. Hans evinde yalnız ve aç kalır, zor durumlar yaşar. Ama değirmenci Hans kendisinden un ya da yardım isteyebilir diye onun evine gitmek istemez, hem ondan alacak çiçekleri de yoktur. Bahar gelir, çiçekler yeniden açılır. Değirmenci yeniden Hans’e gelir. Ancak bu sefer kendisine eski el arabasını vereceğini, arabanın sadece biraz tamire ihtiyaç duyduğunu ve unun için de biraz tahtaya ihtiyaç duyduğunu söyler. Bunun üzerine Hans kendisinde biraz tahta olduğunu söyler. Bunu söyler söylemez değirmenci çatısının tamire ihtiyaç duyduğunu, bunun için de biraz tahta gerektiğini söyler ve arkadaşlığının hatırına bu tahtaları ister. Derken değirmencinin arkadaşlığın hatırına istekleri günden güne artmaktadır. Evin tamirini Hansin yapması, işleri onun yapması, karısı hastalandığında diğer köyden doktor çağırma. Artık Hans kendi bahçesiyle ilgilenemez. Ve en sonunda ölür. Değirmenci dahi onun ölümünden kendine yücelik çıkarıp, adamı suçlar.
BENZERSİZ BİR HAVAFİŞEĞİ
Prensin evlenme gününde havai fişekler fırlatılacak, eğlenceler düzenlenecektir. Bu arada fişekler kendi aralarında konuşurlar. Onlardan bir tanesi vardır ki kendisini üstün görür. Ve havalanmayı sabırsızca bekler. Ama kendisini fırlatmazlar, onun yerine bir çamura fırlatırlar. Hava fişek ise bunu kendisini daha büyük şölenlere sakladıkları düşüncesine varır. O çamurda kurbağayla karşılaşır ve ona kendisinden çok daha üstün olduğunu söyler ama kurbağa onunla dalga geçer. Bu arada onunla karşılasan şeyler kendisine işe yaramaz laftası vurur ama o yine de bunları iyiye işaret olarak görür. En sonunda çocuklar onu alır ve bir ateşin üzerine bırakırlar onu yakmak için. O ise bunu büyük bir şölen olarak düşünür. Kendisi yanar biraz patlar ve en sonunda söner.
GENÇ KRAL
Yaşlanmakta olan kral, daha önce fakir kızla ilişkisinden doğan çocuğu tacına oturtmak istemektedir. Bu çocuk küçükken başkaları tarafından yetiştirilmiş, sonradan saraya getirtilmiştir. Henüz 16 yaşındaki bu çocuk birden aşırı lüksle tanışır. O yüzden bu çocuk değerli taşların meraklısı olup, uyruğundakilere uzak yerlerden değerli taşlar toplatırdı. Bu genç kralın taç giyme töreni gelmiştir. BU günden önceki gece Kral üç rüya görür. Birinde kendi adamlarının inci bulabilmek için kan döktüğünü, yoksulları zorla inci çıkarmak için uğraştığını görür. Diğerinde ölüm ve açgözlüler çarpışıp bir yakut için ölüm bir sürü farklı yolla insan canı alır. Diğerin de yine aynı şekilde kendi isteğini gerçekleştirmek için bir sürü insanın acı çektiğini ve elbisesini diken terzinin bunu acılar içinde yaptığını görür. Böylece kendisi taç giyme töreninde henüz saraya gelmemişken giydiği elbiseleri giyer. Başından tacı atarlar. Her ne kadar etrafındaki insanlar ona böyle yapmamışı gerektiği yoksa insanların saygı göstermeyeceğini söylese de o yine de böyle yapar. Kiliseye gider kimse onu tanımaz, rahip bu durumda kendisine bir taç takıp kutsayamacağını söyler. Bu arada bir grup insan başa gelmesi gerekenin böyle olmaması gerektiğini ve böylece kendisini öldüreceklerini söyler. O ise o sırada kilisenin bir köşesinde yakarıda bulunmaktadır ve birden yüzünü döndüğünde her tarafının yakut, zümrüt, elmasla süslü olduğunu, çok parlak bir elbise içinde saygıdeğer bir görünümde olduğu görülür. Bu arada kimse de onun yüzüne bakamaz çünkü o bir melek oluvermiştir.